VEDA - Zerrin Can
Yavaş yavaş hava aydınlanmaya başlıyordu. Gözlerimi kırpmadan yattığım yerde artık eşyaları seçebiliyordum. Bu kadar kısa mıydı bu katran karası geceler?
Eşimle gözgöze geldik, o da doğru dürüst uyuyamamıştı. Belli etmese de benim için endişeleniyordu. Sessizce kalkıp mutfağa gitti. Ben de banyoya geçtim, traş olup giyindim. Kahvaltı bir görev gibi aynı sessizlikte geçti.
Artık gitme vakti gelmişti. Ceketimi giydim,arabamın anahtarlarını ve o eşsiz yuvarlak camı cebime koyarak odadan çıktığımda çoktan eşim ve oğlum hazırlanmıştı.
Arabaya bindiğimizde hepimiz kendi düşüncelerimize dalmıştık. Oğlum "Baba iyi misin?" diye sordu. İyiyim anlamında başımı salladım. Biliyordum ağzımı açtığım anda boğazımdaki düğümler çözülecekti. Ne yalan dolu bir kelimeydi bu iyiyim. Ne kadar iyisin? Neren iyi? Kime göre iyisin? Hayır, iyi değildim. Canım acıyordu. Yüreğim, kaybettiklerimin ağırlığı altında eziliyor, göz yaşlarım bentlerini yıkmaya çabalıyordu.
Elim cebimde duran yuvarlak cama gitti. Misket ilk kez bu kadar soğuk gelmişti.
Dibek Kadir en iyi dostum olmuştu çocukluktan gelen. Çocukluk işte; misket oynar, çıtalı uçurtma uçurur, maç yapardık. Dibek bu misketle ne hikmetse hep kazanırdı. Sonunda oynamaktan vazgeçtim, oyunlarına katılmıyordum. Bir gün çıtalı uçurtmaya giderken, çocuklar baktım bizimkini araya almış hırpalıyorlar. Belli ki yine kazanmıştı. Aralarına daldım, onu ellerinden kurtardım ama olan benim uçurtmaya olmuştu.
Şimdi babamdan yeni bir çıtalı istemek nasıl olacaktı?.. Neyse... Dibekle oradan çeşmeye gittik. Bir güzel elini yüzünü yıkadı, üstünü temizledi. Çok korkmuştu.
Biraz su içti. "Sağ ol Sırık" dedi. Lakaplarımız fiziksel özelliklerimizden geliyordu. Ben "uzun" boylu, o da "dibek" kafalıydı.
Bir anda cebinden o hep kazanmak istediğimiz misketi çıkarıp verdi. İşte bir ömür sürecek dostluğumuzun, kocaman bir aile olacağımızın bir imzasıydı sanki bu...
Arabanın durmasıyla kendime geldim. Eşi, çocukları ve bütün dostları son görev dedikleri en ağır vazifeyi yerine getirmeye gelmişlerdi.
Omzumun üstünde can dostumu yeni istirahatgâhına tarifsiz bir acı ve anılarla taşıdım.
Çalışmaya başladığımızdan bir sure sonra çok istediğim bir motorsikletim oldu. Kadir ile hafta sonu için plan yaptık. Onu almaya gittim. Motorsikletle görünce çok şaşırdı. "Atla, seni Çankaya'ya götüreceğim." dedim.
Konuşarak gidiyorduk. Bir sure sonra bizimkinde hiç ses yok. "Yahu oğlum bir şey söylesene." dedim ve arkamda olmadığını fark ettim.
Deli gibi geri döndüm, yollar hendek doluydu. İçimden bildiğim tüm duaları ederek onu arıyordum. Neden sonra gördüm, bir çukurda öylece yatıyordu. Korkarak gittim, seslendim. Ama beni duymuyordu. Ağlamaya başladım. Ne yapacağımı bilmiyordum. Kucağıma almaya çalışırken elimi tutarak birden gülmeye başladı. Bende boynuna sarılarak ona katıldım. Gülüyor muyduk, ağlıyor muyduk bilmiyorum.
Ama şimdi o çukurdan kurtardığım dostumu başka bir çukura yerleştiriyorum ve katıla katıla ağlıyorum, keşke bu da şaka olsa...
Birden adımı duydum, anılarımdan sıyrıldım. Eşim "hadi artık gitme zamanı, dua başlamadan gitmemiz lazım, dua beklemez." dedi.
Yıllar!.. Her şeyi o koca çarkında öğüten, tüketen yıllar!.. Keşke yıllara "Sen geç, ben sonra yaşlanmak istiyorum!" diyebilsek. Hayatın peşinde sürüklenerek bu son noktaya farkında olmadan geliyoruz... Elveda dostum.