KOLAY PARA - Mustafa Gürcan
Para kazanmayı kafaya koymuştuk! Ne olursa olsun kazanacaktık. Hem de gerçek para, bildiğiniz banknot... Gıcır gıcır ve nakit... Anında ve bolca... Peki nasıl olacaktı? Hayatımız nasıl değişecekti?
Ne yapsak, nasıl düşünsek olmuyordu. Elimizdeki harfleri karıp karıştırıp neresinden baksak, nasıl dizsek olmuyordu. Kafamız çalışıyordu ama düşüncelerimiz düzen kabul etmiyordu.
Bu şekilde işin içinden çıkmak olanaksızdı. Türlü türlü yollar deniyor ama hepsinden, kısa bir süre sonra kafamıza yatmayan bir yönü nedeniyle, vazgeçiyorduk. Uzaklardaki fırtınanın kıyıdaki teknelere gücünü kaybede kaybede gelip vurması ve onlara bir dansöz edasıyla istemsizce göbek attırması gibi düşüncelerimiz çalkalanıyordu. Fakat ne olursa olsun hayatları kelebeğinki kadar bile sürmüyordu. Beyin fırtınası yapalım derken düpedüz biz fırtınaya tutulmuştuk. Sakin bir liman arıyorduk. Kaptan olmanın sorumluluğuyla ipleri ele alıp bir çözüm üretmeliydim. Bir şimşek çakmalıydı!
Yorgun gözkapaklarımız daha fazla dayanamıyordu. Hepimiz birer köşeye kıvrıldık. Elimdeki anahtarlığımla oyalanırken uyuyakalmışım. Gözlerim kapanınca bilinçaltım açılmış, sallanan elimden anahtarlık sert zemine düşmüş ve o sese uyanmışım. Uyku sersemi bulduğum peçeteye kargacık burgacık notlar aldığımı, kalkınca sımsıkı tuttuğum elimi serbest bıraktığımda fark ettim.
Peçeteye şöyle bir göz attım. Yaşayacağımız olay beynimde canlandı...
* * *
Turistik bir sahil kasabasındayız. Mevsim yaz... Etraf kalabalık, her tip insan var; yerli, yabancı, köylü, kentli, kültürlü, cahil, zengin, yoksul, genç, yaşlı... Zaten istediğim bu: çeşitlilik ve kalabalık.
Üç can dostum var: Dede, Bebe ve Tavşan... Tek kız üyemiz Tavşan... Sivri kafa yapısı ve iki büyük ön dişi sayesinde adını almıştı, havuç sevmesi de cabası... Dede ve Bebe, aralarındaki yaş farkı çok olmasa da, gerek yüz hatları gerekse davranışları ile bu adları fazlasıyla hak ediyorlardı. Dede olgun tavırları ve doğru kararları ile sağ kolum, Bebe atik, maceracı, gözü pek, ileri karakolumuzdu. Biz sıkı, kararlı, dediğim dedik, tuttuğunu koparan, azimli bir gruptuk ama bu kez bir de ağzı sıkı olmalıydık.
Kahvaltıdan sonra kalabalıktan uzak bir parkın kuytu bir köşesinde planımı açıklamaya başladım.
"Arkadaşlar çok zengin olacağız!"
"Nasıl?" dedi Bebe hiç beklemeden.
"Hepsini anlatacağım ama bu işte gizlilik çok önemli!"
"Yani?.."
"Yanisi şu: Sizden istediğim artık ağzınızı çok sıkı tutmanız... Kendi aranızda bile ulu orta işimiz hakkında konuşmamanız. Yerin kulağı var! Kimse boşboğazlık yüzünden kazancından olmak istemez. Dahası..."
"Dahası?"
"Kimse hapsi boylamak istemez. Birilerine iki laf etmeden önce harika yerlerde güneşlenmek mi, yoksa nemli dört duvar arasında çürümek mi istediğinizi en az iki kere düşünün!"
İşin ciddiyeti şimdiden ağızlarına kilit vurmuştu. Sadece "hımmm..." diye bir mırıltı duydum.
"Her neyse... Başka sorusu olan yoksa konumuza geçelim."
Bana çok güvenirler, hiç bir zaman hata yapmayacağıma inanırlardı. Ne dersem gözü kapalı uyarlar, sorgulamadan yaparlardı. Bebe atıldı: "Heyecanla dinliyoruz."
Tavşan da sabırsız görünüyordu: "Hadi Başkan! Çatlatma bizi! Ağzımızı tutacağız, söz!"
Biraz daha cesaretlenmiştim. Ne dediğini bilerek konuşan, her sözünü tartan Dede bile bu kez meraklanmıştı. Kendini tutamadı: "Açıkçası ben de merak içindeyim Başkan! Çıkar artık şu baklayı ağzından!"
"Öyleyse beni iyi dinleyin ama unutmayın dilinizi bağlayacaksınız!" diyerek anlatmaya başladım...
Ben anlatıyor, grup üyeleri heyecan ve merakla dinliyordu. Hayretlerini gizlemekte zorlanıyorlardı. Ne de olsa böyle bir plan onları çok şaşırtmıştı. Fakat giderek planının sağlamlığı ve işin içindeki gizem, onları bir mıknatıs gibi konunun içine çekiyor, hatta olayı kavradıkça yer yer küçük katkılarla planı nasıl sahiplendiklerini ve onun bir parçası olmaya ne kadar hevesli olduklarını belli ediyorlardı. Meraklı ve sabırsız yüzler, yerlerini sorumluluk sahibi asık suratlara bırakıyordu. Geçen bir saatin sonununda neredeyse her ayrıntıyı açıklamıştım. Nerede ne yapacağız? Neden nasıl yapacağız? Kim yapacak? Çok hoşlarına gitmişti. Fakat bir sorun vardı.
Dede söze girdi. "Hepsi iyi hoş da... Bu iş resmen kanun dışı."
"Farkındayım" dedim. "Ama başka yolu yok!" diye savunurken Bebe'den destek gecikmedi.
"Güzel şeyler ya kanun dışı ya ahlak dışı ya da şişmanlatıcı..."
"Benden söylemesi" dedi Dede, kabullenmeye razı bir ses tonuyla.
Murphy Yasaları'nı hatırlatmak başkasına kalmasın diye sazı elime aldım: "Bir şeyin ters gitme olasılığı varsa, ters gidecektir." diyor birinci yasa. Ben de bunu düşünerek ölçtüm, biçtim ve planı mükemmel hale getirmeye çalıştım. Zaten ona bakarsak onuncu yasa da "Her şey yolunda gidiyorsa, kesin bir terslik vardır." diyor. O yüzden bu çelişkilerin felsefesini yapmayı bir kenara bırakıp, "İşimize odaklanmamız en iyisi olacak!" diyerek noktayı koydum.
Derin birer nefes aldılar. Kafaları karışıktı. Olacaklar gözlerinin önünden film şeridi gibi geçiyordu. İstemsizce ve kontrol dışı... Bir yandan da düşündükleri ağızlarını sulandırıyor, boğazlarını kurutuyor, zihinlerinde flaşlar patlatıyordu. Hayal dünyaları resmen kökünden sarsılmıştı. Gözleri sanki iki başka hayal arasında tenis maçı izlercesine bir o yana bir bu yana gidip geliyordu. Bir yanda kendilerini masmavi okyanusun kıyısında görüyor, şezlonga kurulmuş güneşleniyor, nefis içeceklerle serinliyor, diğer yanda koğuş ağasının gözü üzerlerinde, kendileri taş zemini ve muşamba masaları parlatarak hayıflanıyorlar. Ne yaman bir çelişki!
Karar vermek zordu ama karar vermemek daha da zordu. Tavşan kararsızlığa daha fazla dayanamadı ve "Ben varım!" dedi.
Bebe de onun ardından yüreklenmiş ve aynı şekilde isteğini dile getirmekte gecikmemişti: "Ben de varım!"
Dede ile göz göze gelmiştim. Bir kez daha düşündü. Onlar değil miydi para kazanmayı kafasına koyanlar, ne olursa olsun kazanmayı... Üstelik elinde daha iyi bir plan da yoktu. Aslında başında böyle bir planı kabul etmeyi düşünmüyordu ama yalnız kalacak olmanın baskısıyla karar vermesi güç olmadı. Kendisinden beklenmeyen bir hız ve cesaretle sesini yükselterek "Ben de!" dedi en gür sesiyle.
Sevinçleri şaşkınlıklarını bastırmıştı ama yerin kulağı vardı. Öyle ölçüsüzce sevinmek olmazdı. Zaten Dede ile ikimiz tetikteydik.
* * *
Sonraki bir kaç gün, planı gözden geçirmekle ve onu kusursuz hale getirmeye çalışmakla geçti. Her maddeyi en ince ayrıntısına kadar analiz ediyor ve hiç bir açık kapı bırakmamak için üstün bir gayret gösteriyorduk. Risklerin sonuçlarınn telafisi olmayacağından her ayrıntıyı olumsuz gözle irdeliyor, planda düzeltmeler yapıyorduk. Görev listelerini maddeler halinde sıralıyorduk. Çok sistemli çalışıyorduk!
Sonunda plan tamamlandı. Kullanacağımız belgeleri hazırladık. Tabelaları, bir aksiliğe yol açmasın diye, başka bir şehirde hazırlattık. Tedbir olarak, başkalarının eline geçmesin diye eylem planlarını hiç bir zaman üzerimizde taşımadık; hep karargâhımızda madde madde beynimize kazıdık. Artık harekete geçme zamanıydı. Bütçemizi ayarladık, malzemeleri aldık. Giysilerimizi yedeklerine kadar hazır ettik. Ofis malzemeleri, bilgisayarlar, dekorlar, panolar, afişler, broşürler, kırtasiye malzemesi, gerekecek her ne varsa aldık, bulduk, getirdik.
Reklam ve pazarlamaya başladık. Sadece yerel bir kampanya düzenledik. İstanbul ve Ankara'daki "büyüklerimizin" kulağına kar suyu kaçmamalıydı. "Sıfır risk, sıfır hoşgörü" ilkesiyle çalışıyorduk. İtiraf etmek gerekirse bir ara "Madem bu kadar düzgün iş yapıyor ve yönetiyordum da neden yasal bir işe soyunmadım?" diye kendime sormadan edemedim ama zaman keybetmemek için bu düşünceleri hemen kafamdan sildim.
Hepimizde favori yarışmacının kendine güvenine benzer bir ruh hali hakimdi: Heyecanlı ama dingin.
O gece bu hayatımızın son yemeğini yedik. Çünkü yarın hepimizin yeni hayatı başlayacaktı.
* * *
Ülkemizin en ünlü bankası Parabank'ın turistik sahil kasabamızdaki şubesini açmıştık. Hem de Amerika'nın en büyük bankasının yurdumuza girişi de bu turistik şubeyle olacaktı. Yetmedi bir numaralı sigorta şirketi ile de işbirliği sağlanmıştı. Güveni tavana vurdurmak için muhteşem üçlü... Böylece bireysel bankacılık, yatırımlar ve sigorta gibi konularda bütünleşik hizmet sunuyorduk.
Kasabanın meydanlarındaki, caddelerindeki ve yerel gazetesindeki çarşaf çarrşaf ama veresiye son gün ilanlarımız halkın ilgisini fazlasıyla çekmişti. Belediyenin duyuraları yaptığı hoparlörde bile gönderdiğimiz davetiyeler sayesinde ücretsiz reklamımız yapılmıştı. Başkan kendini kaptırıp açılışa bando takımını da göndermeyi teklif ettiyse de daha büyük gürültü çıkmaması için istemedik. Süslemelerle ve balonlarla caddemiz bayram yerine dönmüştü. Promosyonlarımız da cabası... Çekilişle cazip hediyeler verecektik. Üstelik herkes bu şubeden ilk gün açılan hesaplara özel "açılış" faizi alacaktı, "hoşgeldin" faizinden de çok!..
Gönderilen boy boy çiçekler, kaymakam ve belediye başkanının teşrifleri, halkın yoğun ilgisi açılışta izdiham yarattı. Basın da mikrofon ve kameraları ile aramızda bizimle ve müstakbel müşterilerimizle röportaj peşindeydi. Tören konuşmaları, pasta ve içecek faslı, kurdele kesimini gösterişli bir şekilde yaptık. Ağzımız kulaklarımızda fotoğraflarımız çekildi. Devletimiz sağ olsun bizi korumaya bile almıştı. Jandarma, izdihamı önlemek için barikat kurdu. Düzen sağlanmıştı.
Biz saygıda kusur etmeyip "1" numaralı vadesiz hesabımızı sayın kaymakamımıza ayırmıştık. O da davetimize icabeten bu ayki maaşını keyifle bu hesaba yatırdı. Tonton belediye başkanımızın birikimleriyle de ilk vadeli hesabımızı açtık. Tavşan aynı sevecenlikle hesap cüzdanını başkanın eşine teslim etti. Protokol dışındaki müşterilerimiz yoğunluk nedeniyle kuyruğa girmek zorunda kaldı. Hatta bir ara müdür odasına geçtim. Hatırlı müşterilerin yüksek miktarlı hesaplarını birer not karşılığı kabul ettim. Cüzdanlarını yarın göndermek üzere çayla kahveyle uğurladım. Onlar da gördükleri özel ilgi ve itibar için "Ne kadar teşekkür etsek az!" diyerek gülücükler içinde ayrıldılar başlarına gelecekleri bilmeden...
En çok üzüldüğüm de ayakkabı boyacısı çocuk oldu. Önce "Maalesef hesap alt limitimiz var." diyerek yolu gösterdim. Bir kaç arkadaşından daha bulup parayı tamamlayıp geldi. Bu kez "yaşın tutmuyor" deyip gönderdim. Annesini aldı geldi. Parasını almamak için bulduğumuz her bahaneye bir çözüm üretiyordu. Son olarak bankonun önüne yatıp "Ben de Parabank'da hesap açmak istiyorum. Boyacı olduğum için mi beni almak istemiyorsunuz?" diyerek ağlamaya başlayınca işin daha fazla büyümemesi için Bebe'ye artık kabul etmesini söyledim boğazım düğümlenerek.
İlk günümüze, esnafımız, işçilerimiz, emeklilerimiz, hatta turistlerimiz, herkes ama herkes yoğun ilgi gösterdi. Bir ara karşımızdaki bankanın güvenlik görevlisinin bizim şubede gezindiğini görünce "Ne oluyor?" diye telaşlandımsa da, Dede onun kendi bankasında gizlice parasını çekip bizim "açılış" faizinden yararlanmak için bir koşu hesap açtırmaya geldiğini söyleyince rahatladım.
Dakikakalar birbirini kovalıyor, hiç durmadan hesap açıyorduk. Kuyruğu eritebilmek için pratik yöntemler geliştirmeye başladık. Acelesi olan müşterileri işlemlerini akşam tamamlayıp cüzdanlarını yarın vermek üzere yolluyorduk. Kimilerine de fotokopiyle çoğalttığımız hesap açma formlarını veriyorduk. Üstüne isim ve tutar yazdırıp üstünkörü saydığımız paraları çekmecelere yerleştirir yerleştirmez, kaşeleyip imzalayıp kendimize kopye alamadan formlarını geri veriyorduk. İnanılmaz şekilde daha gün bitmeden hayallerimizde bile göremeyeceğimiz kadar çok "nakit"imiz olmuştu. Ne kadar olduğunu bilmiyorduk. Herkes çılgınca para getiriyordu. Bizim saymaya vaktimiz yoktu.
Bir yandan paraları hızla kabul etmeye devam ederken akşam saati yaklaştıkça bu yoğunluk karşısında planları gözden geçirmemiz gerekti. Yanımızdaki çanta ve bavullar yetmeyecekti. Bebe'den, bir kaç banknot alıp hemen taşımak için bir şeyler bulmasını istedim. Çok geçmeden, kocaman, kalın, sağlam iki düzine siyah poşetle ve koli bantları ile geldi. Akıllıcaydı. Yerleştirirken sorun olmayacak, ağırlığımız da çok artmayacaktı.
Hazırladığımız minibüs, paraları taşımaya yetmeyecekti. Karşımızdaki bankanın şube müdüründen rica ettim. Bize bu akşam için mesai sonrası zırhlı büyük bir araç göndertecekti sağ olsun komşuluk hatırına.
Kapanış saati gelince ön kapıdaki zincirli levhayı çevirdik. Dış yüzde "Kapalı" göründü. Ellerinde parayla dışarıda kalanlar suratlarını astılar. Bir süre sonra şubenin içindeki son müşteriyi de güleryüzle uğurladık. Işıkları azalttık, jaluzileri indirdik. Sonra derin birer "Ohh!.." çektik.
* * *
Çekmecelerimiz, masalarımızın altındaki bavullar, alt kata giden merdivene yığdığımız büyük siyah poşetler, banknotlarla dolup taşmıştı. Üstümüzü değiştirdik. Bütün paraları servis kapısının arkasına güzelce yığdık. Bir poşete üstümüzden çıkanları, başka bir poşete de bırakmak istediğimiz malzemelerimizi koyduk. Son olarak eldivenlerimizi taktık ve ıslak mendillerle köşe bucak bütün kullandığımız eşyaları sildik. Tam bir saat sonra zırhlı araç servis kapısına yanaştığında hazırdık. Karizmamla(!) ve bir deste parayla araç sürücüsünü ikna etmem zor olmadı. Kendi bankamızın güvenlik kuralları gereğince aracı personelimiz olmayan birine kullandıramayacağımızı, bir kaza ya da olay durumunda bunun meslek hayatımızın sonu olacağını büyük bir ciddiyetle anlattım, bana hak verdi. Minibüs ve zırhlı aracın anahtarlarını değiş tokuş ettik ve sürücüyü gönderdik.
Bütün paraları zırhlıya yükledik. Bebe'yi "ne olur ne olmaz" deyip arka kısma paraların yanına kapattık ve üçümüz sürücü mahalline geçtik. Dede, aracı hareket ettirmeye hazırlanırken aniden yaklaşan siren sesiyle irkildik.
Üzerinde yanıp sönen kırmızı göz alıcı ışıklarıyla koyu mavi jandarma aracı, köşeden dönerek gelip tam önümüzde durdu. Silüetlerini ancak seçebildiğim, yaklaşan uzun boylu, iri yarı, iki jardarma erinin bellerinin arkasında parlayan kelepçeler kederli geleceğimizin habercisi gibiydi.
"Camı açar mısın?"
Kanun dışı işlerin macerası güzel ama bu korku bitiriyor insanı. Saniyede milyon tane duygu düşünce dimağımda eridi aktı gitti. Camın tıklanmasıyla düşüncelerden uyandım.
"Size söylüyorum."
Zırhlı aracın camı açılmıyordu. Kapıyı hafifçe araladım. "Bu caddede bir gasp ihbarı aldık az önce. Bir şey gördünüz mü?" demesiyle rahatladım ve az kalsın "Gaspcıya teşekkürler benden" diyecektim ister istemez. "Yoo..." diyebildim. "Biz içerdeydik, görmedik." diye ekledi orta koltuktan yana uzanan Tavşan, bana destek olmak için. Jandarmalar teşekkür edip gittiler, badireyi atlatmıştık.
* * *
Bir kaç dakika sonra yaşadığımız her şeyi arkamızda bırakarak şehirlerarası yolda seyretmeye başladık. Cep telefonlarımızı kırdık, yol kenarındaki gölete fırlattık. Oradan tekrar yön değiştirdik ve şehir merkezine geldik. Daha önce kiraladığımız depoya zırhlıyı çektik. Yüzlerimizdeki balmumu sahte suratlardan kurtulduk. Hepsini imha ettik. Orada önceden hazır ettiğimiz şık giysilerimizi giydik, bagajlarımızı aldık. Araçtaki paralara son bir kez gururla bakıp, içinden rastgele tomarları ceplerimize ve el çantalarımıza doluşturduk. Dikkat çekmesin ve dönünceye kadar bize yetsin diye. Aracı boş kolilerle kamufle ettik. Depoyu kilitleyip çıktık. Tedbiren ikiye ayrıldık. Farklı sokaklarda tuttuğumuz taksilerle havaalanına yola koyulduk.
* * *
Şimdi Vegas'ın en lüks oteli "Bellagio"nun lobisinde periyodik olarak tekrarlanan muhteşem su gösterisini Dede ile birlikte izlerken bir yandan da bakışlarımız elimizdeki "akıllı telefon" denilen makaralardaydı. Tavşan ve Bebe gençliğin verdiği enerjiyle havuzda hoplayıp sıçrıyor, serinliyor, dünya vatandaşları ile kaynaşıyordu. Biz kahvelerimizi yudumlarken yaşadığımız merak bizi internete çekiyordu. Henüz kahvelerimiz bitmemişti ki ben ekonomi haberlerini incelerken Dede'nin önce bakışları donuklaştı, vücudu kasıldı, titremeye başladı; rengi soldu, kızardı, sarardı. Her şey o kadar hızlı oldu ki bakakaldım. Ağzının kenarından henüz midesine akmamış son kahve yudumu çenesine doğru aktı, tekrar titredi ve sonunda boynu büküldü ve başı önündeki fincanın tam üstüne düştü. Kısa, sert, yürek burkan bir ses... Kalan kahve masaya döküldü. Okuduğu haberin yarattığı heyecana dayanamayıp kalp krizine yenik düşmüştü.
911'i aradılar. Bir kaç dakika sonra ilk yardım ekibi eldi. Sedyeye aldılar. Nabız yoktu. Bu nasıl bir dünya idi? Camekânın arkasında Tavşan ve Bebe'yi kaydıraktan havuza kayarken gördüm. Can yoldaşım, can dostum ise gözlerimin önünde can vermişti. İstemediğimiz kadar paramız vardı ama onu geri getiremezdi.
Sedyenin arkasında ambulansa doğru koştururken otel görevlisi çocuk, Dede'nin elinden yere düşen elektronik makarayı asansöre binerken yetişip bana uzattı. Açık kalan sayfada Dede'nin katili haberi gördüm:
"Bunu da Yaptılar: SAHTE BANKA ŞUBESİ
Halkın milyonlarca lira parasını dolandırdılar. Yetmedi turistlerin parasına da el uzattılar. Açılış törenine katılanları kaymakam, belediye başkanı, esnaf, işçi, memur ayrımı gözetmeden bütün ilçedeki halkı soyup soğana çevirdiler. Dolandırıcıların bu derece planlı bir şekilde organize olup iz bırakmadan ve tereyağından kıl çekercesine macera filmi senaryolarını aratmayacak biçimde hareket etmeleri emniyeti bile hayrete düşürdü. Ne var ki bir raslantı onları erken ele verdi. Tesadüfen akşam saatlerinde aynı caddede yapılan bir gasp şikâyetiyle bölgeye intikal eden jandarma çavuşu eve geldiğinde ailesine olaydan bahsetti. Bunun üzerine telaşlanan eşi, altınlarını bozdurup bütün paralarını yeni açılan bankaya yatırdığını söyledi. Jandarma çavuşu eşinden banka cüzdanını istedi. Eşinin ona cüzdan yerine uzattığı hesap açma formu fotokopisi aklına yatmayınca işi bilen komşularına danıştılar. Kısa sürede birçok ailenin aynı durumda olduğu ve yapılan işlemlerin kanuna ve uygulamaya aykırı olduğu anlaşıldı. Hemen harekete geçen ekipler önce şubeye baskın düzenlediler. Söylenti kasabaya yayıldı, olay il emniyete intikal etti. Cep telefonu takibi göletin dibinde bitse de güvenlik kameralarından zırhlı araç tesbit edildi. Bundan sonrası emniyet için çocuk oyuncağıydı. Zırhlı aracın güvenlik sinyalleri şebekenin deposunu ele verdi. Dolandırılan paranın büyük bir kısmı burada ele geçirildi..."
Makaradaki sayfayı biraz yukarı kaydırınca sıra Dede'nin ruhunu teslim ettiği için okumaya fırsat bulamadığı kısma geldi.
"Depoda bulunan belgelerde yerli yabancı birçok farklı isimler bulunduğundan emniyetten edindiğimiz bilgilere göre teknik takibin zaman alıcı bir süreç olacağı ve ek delillere ihtiyaç duyulabileceği bildirilmekte... Tecrübeli ekipler her ihtimali değerlendirmekte. Ancak suçluların sahte pasaportlarla yurtdışına kaçtığı sanılsa da ele geçen isimlerden bambaşka pasaportların kullanmış olabileceği ihtimal dahilinde... Yurtdışı çıkış kayıtlarından sonuç alınamaması üzerine suçluların yurdu terketmemiş olma ihtimali üzerinde de duruluyor. Soruşturma giderek içinden çıkılmaz bir hale sürükleniyor. Son olarak depoda yapılan incelemede suçluların olay günü, yurtdışındangetirildiği kuvvetle muhtemel balmumu maskeleri kullandıkları anlaşılmıştır.
Sahte isimler ve sahte yüzler emniyet güçlerinin canınısıkmışa benziyor. Güvenilir bir kaynaktan aldığımız bilgiye göre suçluların yakalanması
için ya yeni güçlü ipuçlarına ihtiyaç duyulacak ya da başka bir suç dahaişlemeleri beklenecek!.."
2014, İstanbul